Nejat Yavaşoğulları... NTV RADYO'YA ÇARPICI AÇIKLAMALAR!

Nejat Yavaşoğulları... NTV RADYO'YA ÇARPICI AÇIKLAMALAR!

NTV Radyo’da İrem Gökbudak’ın hazırlayıp sunduğu yeni rock programı “Bizim Rockçılar” başladı. İlk programa Bulutsuzluk Özlemi’nden Nejat Yavaşoğulları katıldı. Nejat Yavaşoğulları, müzik hikayesini NTV Radyo’ya anlattı.

Nejat Yavaşoğulları’nı başarılı bir mimar ve usta rock müzik sanatçısı olarak tanıyoruz. Onun yapabilecekleri, yaptıkları bunlarla sınırlı değil aslında...

Müziğe küçük yaşlarda büyük bir tutku ile başladı. Çünkü anlatmak istediği çok şey vardı. İlk bestesini 17 yaşında yaptı ve çaldı da.

Her ne istediyle onun peşinden gitti. Yazdığı her parçanın bir hikayesi var. Peki onu bu kadar farklı ve özel kılan ne; ne anlatmak istedi, ne düşledi? İşte Nejat Yavaşoğulları’nın hikayesi...

“İLK UYANIŞLAR, ELVİS PRESLEY İLE...”

Çocukluğum güzel bir yerde; Anadolu Hisarı’nda geçti. Ailem oranın yerlilerinden. Denizci ve balıkçı bir ailenin çocuğum.

Dayımla ben aynı odada kalıyordum. Dayım güzel sanatlara meraklıydı, her gece müzik dinlerdi.

Gece saat 23.00’te başlayan Sezen Cumhur Önal’ın programı vardı. Yattığımız yerden onu dinlerdik. Müziğe yönelmemde onun üzerimde etkisi olduğunu düşünüyorum.

Kendisi Türkçe tango ve Elvis Presley’den şarkılar söylüyordu. İlk uyanışlar bende böyle başladı diyebilirim...

“İŞTE ARADIĞIM MÜZİK: SHE LOVES YOU!”

Hiç unutmuyorum bir gece Beatles grubundan “She Loves You” parçasını çaldı. “Benim aradığım müzik buymuş meğer!” dedim.

Sonra okulda “Mandolin dersi almak isteyen var mı?” diye sorduklarında ben hemen “Varım” dedim. Çok başarılı oldum ama gitmemeye başladım, hemen ileryemedik diye.

Sabırsızdım sanırım. Sonra okula yeni bir müzik öğretmeni geldi. “Mandolin ve keman dersi almak isteyen varsa ben verebilirim” dedi. Çok güzeldi... “Ben istiyorum!” dedim.

“BALIKÇI OLMAK İSTİYORDUM”

Deniz tutkum vardı. Bizim gırgırımız vardı. Çok cazipti benim için... Ama ailem balıkçı olmamdan korktu.

Annem babamdan daha çok karışırdı, çünkü babam çoğunlukla denizde olurdu. Esasında iyi para kazanılıyordu bu işten ama kumar gibiydi...

Annem “çalgıcı olurum” diye de korkuyordu. “Benim oğlum mühendis, doktor olacak” diye hayaller kuruyordu.

“SUAT HANIM TEYZE”

Eski İstanbullu kadınlardan bir komşumuz vardı, Suat Hanım Teyze... Bir gün onlara misafirliğe gitmiştik. Ben yine anneme “Gitar alalım” diye sızlanıyordum.

Suat Hanım Teyze, “Bu niye zırlayıp duruyor Hatice Hanım?” diye sordu. Annem de “Gitar istiyor! Ya okulu bırakırsa diye korkuyorum” dedi.

“Ya bırak çocuk istiyorsa gidip alın” dedi. Suat Hanım Teyze’ye borçluyum... Onun sayesinde gitarı aldık.

“İLK BESTE: KORSAN MIRIK”

Mandolin döneminde bile kendi kendime beste yapmaya çalışıyordum. Öyle bir tarafım da vardı. Gitarı alınca, “Beste yapmak için bunu öğrenmem lazım” dedim.

O zamanlar İstanbul’da her yerden denize giriliyordu. Öğretmen aileleri de denize girmek için Anadolu Hisarı’na kampa gelmişti.

Bir öğretmenin oğlu her öğleden sonra gitar çalıyordu.

Bizim eve de geliyordu ses. Ne yapıp edip onunla tanıştım. Tanışınca beraber çalmaya başladık. Amerikan folk şarkılarını çok iyi biliyordu.

Bütün şarkıları çözmeye başladık. Sonra gitarda işleri geliştirdim ve beste yapmaya başladım. İlk bestem 17 yaşında yaptığım “Korsan Mırık”tır...

Albümüme koyarken de “Halil Amca Halil Amca kalbimizde yaşıyorsun” diyorum. Korsan Mırık diye çaldığım zaman etrafımdakiler anlamıyorlardı. Ben de adamın ismini kullanayım dedim.

“İÇİMİZDEN GELEN SES”

“Benim sesim güzel çirkin” diye düşünmedim hiç. Çünkü dönem, öyle bir dönem değildi. Mesela Bob Dylan’ın sesi için “Dispanserden yeni çıkmış galiba” gibi yazılar çıkmıştır.

Dönem o dönem işte! Daha doğal ve olduğu gibi her şey... Bu “İçimizden gelen ses” diye yorumlanıyor. Önemli olan kendi sözünü, kendi müziğini yapıp söylemek...

Dünyanın farklı bir dünya olacağını düşlemek... Sesi herkes tarafından güzel kabul edilen biri değilsin ama yine de müzik yapmaya, kendi şarkılarını söylemeye hakkın olan bir durumdu.

Bugün de aslında dünyaya baktığımızda bu söylediklerimi destekliyor. Kendi söylemi olan müzisyenler kendine ait bir tarz da buluyor.

Bob Dylan tize çıkamaz Freddie Mercury gibi değil, ama Bob Dylan da Bob Dylan gibi söylüyor. Joe Cocker o da öyle tizlere çıkamaz ama o da kendisi gibi söylüyor! Bunun örnekleri çok...

“MİMARLIK HAYATI BAŞLIYOR”

13-14 yaşında kürek takımında dümencilik yapıyordum. Ailem “aman okulunu aksatma” diyordu. O dönem her aile çocuğu okusun isterdi. “Okuyup da ne olacak?” diye düşünülmezdi.

Bir akrabam vardı, kürek takımında birlikteydik. Güzel sanatlar akademizi Mimarlıkta okuyordu. Onun çizimlerini gördüm.

Çizimleri benim kafama uygunmuş gibi geldi. Çünkü işin içinde matematik, yaratıcılık, yorum; bir sanat vardı yani.

O bölüme resim sınavından geçilerek giriliyordu. Sınavları kazandım ve mimarlık bölümüne girdim. Başka hiç bir okul ve sınavla ilgilenmedim.

Bu benim hayatımda çok güzel bir şey oldu. Çok önemli arkadaşlıklarım oldu.

“BU ŞARKILAR NE BİÇİM ŞARKI!”

Yıllar sonra annem tabii çok böbürlenmeye başladı; mimar oldum diye... Mesela evde “Bu şarkılar ne biçim şarkı?” dendi.

Annemi kızdırmak için abuk subuk şarkılar da yapıyordum. Onları kimse bilmiyor. Bütün arkadaşlarım gelip giderdi eve ama annem onlara hep iyi davranırdı.

Bizim grubun ilk dönemlerinde yaz sıcağında evin alt katında çalışırdık. Annem bize acır, bir tencere makarna yapardı.

Bir dönemden sonra karşı çıkmamaya ve hatta iftihar etmeye başladı müziğimle de...

“BULUTSUZLUK ÖZLEMİ”

Üniversite döneminde hep gruplarım oldu. Onlara “Bestelerimi çalalım” dediğim zaman küçümsüyorlardı.

“Önce belli bir kıvama gelmemiz lazım, sonra beste çalabiliriz” diyorlardı. Ben de onlara “Adam 15 yaşındayken de beste yapar, Mozart da yapıyordu, Bob Dylan da yapıyordu” diyordum.

Ama ikna edemiyordum. Okulum bitti, iyi de bir mimardım ve işimi yapıyordum. Ne yapacağımı bilemiyordum.

Derken askere gittim ve orada “Ben müziksiz yapamam” dedim. Bu arada birçok oyunun müziklerini de yaptım.

Askerlik dönüşünde bir arkadaş “BİLSAK’da konserler düzenleniyor sende çıkmak ister misin?” diye sordu. “Peki” dedim.

Sina Koloğlu’na haber verdim. Gruba başkaları da eklendi. Grubun adı adlarımızdan oluşuyordu. Konserin adı ise Bulutsuzluk Özlemi’ydi.

O konser güzel geçti ve Taksim Sanat Evi bizi çağırdı. Orada da yavaş yavaş dinleyici kitlemiz oldu. Her gelen “Bu şarkıları kaset yapın” diyordu.

Ve ilk albümü çıkardık. Sonra bir gün İnsan Hakları Derneği, Harbiye Açıkhava’da büyük bir konser organize etti. O konserde biz de yer aldık.

Çok ciddi isimler vardı. İlhan İrem, Yeni Türkü, Mehmet Güreli, Cem Karaca falan... Biz çok farklıydık tabii... Çaldığımız şarkılar gelen izleyicide ve basında bir etki yarattı...

“İLK TÜRKÇE ROCK MÜZİK GRUBU”

Diyorlar ki “İşte Bulutsuzluk Özlemi. İlk Türkçe rock müzik grubu...” Aslında Barış Manço, Cem Karaca gibi isimlerle aynı dönemdeyiz.

Ama benim grubum için bunu söyleme sebepleri sanırım “söylem” farklarımız. Cem Karaca “Anadolu Rock” diye isimlendirdiğimiz daha kırsal temaları içeren, daha geleneksel halk müziğimizin söylemeni kullanıyor.

Barış Manço “dağlar dağlar, yol ver geçem” diyor. Ben hiç bir zaman “Gardaş” demiyorum yazdığım sözlerde...

“Yol ver geçem” demiyorum. “Yine düştük yollara, ayağım gaz pedalında, ardımda fırtında...” diyorum. Başka bir söylem...

“HALKIN İÇİNDE BİR TİP”

O dönemde her önüne gelenin dövme yaptırması beni o tarzdan uzaklaştırdı. Gençken küpe de takmazdım. Bir de ben halkın içinde bir tipim.

Mimarlık yapıyorum. Ameleye dik açıyı öğretiyorum, onun anlayacağı dilde... Beni kendilerinden farklı görmesinler istedim.

Zaten saçlar nedeniyle bir fark olduğu belli... Küpeyle, dövmeyle falan kendimi onlardan kopartmak istemedim sanırım.

Hayat esasında çok basit bir şey olması gerekirken giriftleşmiş olması bana ters geliyor.

“SÖZLERİMİ GERİ ALAMAM, YAZDIĞIMI BAŞTAN YAZAMAM”

“Uçtu Uçtu” albümünde kayıtlar bitmişti. O albümde “Yollarda” şarkısı vardı. Hatalı çalmışız... Albüm kaydından sonra da herkes bir yerlere gitmişti. Bu hatayla birlikte “albüme koyulabilir” dedim ama hep aklımda kalacaktı.

Düzeltmek için stüdyoya girdim. Orada akustik gitarla da “Sözlerimi Geri Alamam” parçasını çaldım. Alman bir arkadaş da eşlik etti.

Öyle kaydetmiş olduk. Biz bu şarkıyı konser sonlarında “adrenalin düşsün” diye çalardık. Hani sözlerimi geri alamam diye, yumuşak bir şekilde veda ediyorduk. Ama şarkı sonra kendi kendine çok sevildi...

 

 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.